28 Aralık 2010 Salı

NCAA'de Lige Bakış-1


Kolej ligi heyecanı Kasım ayında start alırken ligle ilgili birkaç değerlendirme yazısı kaleme alıyorum. Basketbolseverler.com'da NCAA'de Lige Bakış -1 adlı yazı geçtiğimiz hafta yayınlandı.

Yazıda, bu sene zayıf olan ancak ülkenin 1 numarasını bünyesinde bulunduran ACC ve elit takımlardan oluşan Big-10 takımları ile ilgili değerlendirmeler var. Bu hafta da yazının 2.bölümü çıkacak,

Zorlu bir sene olacak, yazının tamamına buradan ulaşabilirsiniz...

25 Kasım 2010 Perşembe

Sean May


Kolej basketbolu sevenlerin çok yakından tanıdığı ancak ülke dışında haberlere çıksa tanınmayacak kolej oyuncuları vardır. Amerikalı oyuncuların global olarak ünlü olmasının lider platformu NBA'de bir oyuncu kendini gösteremiyorsa istediği kadar kolej basketbolu ilahı olsun sadece ABD'de tanınıyor. Sean May de bu denklemde en alt sıralarda yer almasa da NBA'de kendinden çok bahsettirmediği için ABD dışında fazla tanınmayan bir oyuncu.

May'in Üniversitede North Carolina'ya gitmesi de ayrı bir hikaye. Aslen Bloomington Indiana'lı bir yetenekseniz o çevrede Indiana, Purdue veya en uzak Chicago civarlarında bir okulda bulursunuz kendinizi. Sean May'in sürpriz bir şekilde Carolina'ya gitmesi de o dönem lise ve üniversite basketbolunu takip edenleri şaşırtmıştı.

2005 yılındaki University of North Carolina takımının pivotu olan May'in takım arkadaşlarından bazıları Raymond Felton, Rashad McCants, David Noel ve yedek olmasına rağmen o sene draftta 2.sırada seçilen Marvin Williams'dı. Bu oyuncuların çoğu tanınan oyuncular olsa da kolejdeyken tanınmayan May performans olarak öne çıkıyordu. O seneki takım beklendiği üzere NCAA Final-4'unda final oynamış, Deron Williams'lı, eski Galatasaray'lı Dee Brown'lı Illinois'u yenerek şampiyon olmuştu. May Final-4 MVP'si seçilmişti, o yılki Illinois'un hikayesi de ayrıca incelenebilir.

Kolej oyuncularının NBA'deki başarısını öngörmek herhalde sosyolojinin konusuna giriyor. Bunu öngörebilenler bu işten para kazanan draft analistleri, NBA scoutları olsa da draft tarihine bakıldığında sürprizler beklenenlerin fazlasıyla dışında. Bunu da ayrıca incelemek lazım.

May, MVP seçildiği yıl 2005 draftında 13.sırada üniversitesiyle aynı eyaletin takımı olan Charlotte tarafından seçildi.

Fiziğinin 'kalıplı'nın üst sınırı olan şişmana yakın olmasıyla birlikte bir 5 numara için gerekenden kısa olması (2,03m) onun ileride yaşayabileceği güçlükleri daha kolejdeyken ortaya çıkartmıştı. NBA'de de hiçbir zaman 5 numara olarak anılmadı, oversize 4 numara olarak tanımladılar kendisini. Yine de başarılı olacağına inanılanlardandı ancak bitmek bilmeyen sakatlıklar önce Charlotte'u, daha sonra Sacramento'yu en son da New Jersey'i vazgeçirdi bu eski NCAA MVP'sinden...

Babası da eski bir basketbolcu olan May'in sırtı dönük oyunu oldukça başarılı. Özellikle eskiden beri potaya yakın yerlerden kolayca bitirdiği bir baby hook'u vardır, pozisyon almasını da iyi bilir, bu durumda en büyük dezavantajı kendisinden genellikle daha uzun olan pivotlara karşı yaşar. Uzun oyuncu için elleri harikadır, Oğuz Savaş'a oranla sırtı dönük oyunu çok sevmesine karşın NBA range'inde de üçlüğü vardır. Yine de refleks olarak üçlüğü koklayan uzunlardan olduğu söylenemez (bkz: Lavrinovic).

Ribaunt kabiliyetinde sadece kalıbının değil ellerini doğru kullanmasının da payı olduğunu söyleyebiliriz, çünkü May süper atletik özelliklere sahip bir uzun değil (en zayıf yanı da bu zaten), kalabalığın arasında diğerlerini itip kakarken kendisini görseniz de aynı kalabalığın üstünden ribauntları toplarken görmeniz çok olası değildir.

Fenerbahçe'de Vidmar'ın yokluğuna tampon yapacak bir oyuncu değil aslında May. Eğer böyle bir oyuncu takımınızın parçasıysa onu kadro derinliğinden öte ana stratejinizin bir parçası olarak düşünebilirsiniz. Fenerbahçe'nin bu sezonki mevcut şartları, hele de şu anda takım doludizgin giderken, buna izin veremez. 4 numarada bu kadar oyun bilgisi çok ama aslında doğal olmayan bir 4 numara yerine daha atletik, top kesme canavarı bir uzun seçilebilirdi takıma, Fenerbahçe eğitimli ve oyunu bilen bir uzunu seçti. Basketbol IQ'su ve bilgisiyle sağlıklı olduğu takdirde katkıları umuyorum ki çok olacaktır.

Bekleyip göreceğiz...

10 Kasım 2010 Çarşamba

Eddy Curry


2001'draftından önce DePaul Üniversitesi'ne fake atıp drafta giren ve dolayısıyla Chicago'da başlayan umut verici profesyonel kariyerine 2005'te New York'ta devam eden (yada etmek zorunda kalan) bu kocaoğlan, NBA'e gidip önce şanssızlık sonra aptallıkla kendini ziyan eden yeteneklerden yalnızca bir tanesi olarak tarihe geçmek üzere... O tarih olmadan bir üstünden geçmek lazımdı saman alevi kariyerinin...

Direk liseden seçilen oyunculardandı Curry, harika fiziği ile dudak ısırtıyordu, Chicago'nun post-Jordan dönemi yeni yapılanmasında Tyson Chandler ile birlikte kendine önemli yer edinebilecek isimlerin başında geliyordu, o isim daha sonra Ben Gordon oldu bu arada, şimdi de Derrick Rose... Neyse asıl konumuz olan kocaoğlan Eddy'e gelelim biz.

Lige girdiği ikinci yıl iki haneli sayılara ve önemli yüzdelere ulaşmaya başladı, hatta yüzde 58.5 gibi bir oranla field goal yüzdesi sıralamasında NBA'in birinci sırasına yerleşti. Gelecek yıllarda istikrarlı çıkışını sürdürmesine rağmen savunmadaki zaaflarının yanı sıra, boyu ve kalıbına göre ribauntlardaki etkisizliği onunla ilgili soru işaretlerini ortaya koyuyordu, gerçi daha sonra başına geleceklerin yanında savunma zaafı ve ribaunt problem bile sayılmayacaktı...

2005 yılında takımı play-off'a lider skoreri olarak sokacak olan Curry kalp ritmi bozukluğu nedeniyle hastaneye kaldırılıyor ve kendisi için zor günler başlamış oluyordu... Ne o sene ne de ondan sonraki senelerde hiç play-off'ta oynama şansına erişemedi Illinois eyaletinin yetiştirdiği bu iri adam... Chicago yönetimi bu rahatsızlıkla ilgili DNA testi istedi, Curry vermeye yanaşmayınca olanlar oldu ve kendisini New York'ta buldu.

Zayıf Knicks'e biraz merhem olabilmeye gelmişti ki Isiah Thomas'ın arayış serüveninde başrollerden birini de o kaptı. Aslında ilk ve ikinci sene katkısı oldu takımına, 2007'de 81 maça ilk 5 başlayarak 19,5 sayı ve 7 ribauntluk kariyerinin en iyi performanslarından birini sergiledi. Sonraki yıllarda sakatlıklar etkilerini göstermeye devam etti. Oynadığı maç sayısı azalmaya devam ederken yüksek kontratı New York'taki fıkralara konu olmasına neden oluyordu.

"Hayatta 3 şey gerçektir" diyordu bir köşe yazarı, "1- ölüm, 2- vergiler, 3- Bir Knicks maçında Curry'nin maça hazır olmaması"... 2008 yılında iyiden iyiye oynamayan adam haline gelmişti. Toplam 3 maç oynarken, bir sonraki yıl da öncekinden neredeyse farksız olarak 7 maç oynayabildi. Coach D'Antoni "kilo vermeden gözüme gözükmesin" diyor kendisi için. Bu arada oynamadığı yıllar da dahil 9 yıllık kariyerinde kazandığı para 57 milyon dolar. Bu sene alacağı 11 milyondan sonra Knicks yönetiminin kendisini bir daha görmek istemeyeceği çok açık.

Ha bu kadar para kazandı da ne oldu? Yahoo'da çıkan bir haber var, açılan eşcinsel taciz suçlamasından avukatlarına, bunun dışında da Juwan Howard'a borcu var. Kendisi masraflarının çok olduğunu belirtmiş, ailesine, uydu TV kanallarına ve kategorize edilmeyen bir sürü yere ödemeler yapıyor, yıllık masrafları 2,5 milyon doları geçiyormuş. Ne kazanmayı hakediyor ne harcamasını biliyor Curry.

Bu arada özel hayatındaki eşcinsel taciz davası başındaki tek rezalet değil. Eski kız arkadaşı 2009'da vurularak öldürüldü hem de 3 yaşındaki Curry'nin oğlunun gözlerinin önünde. Bunlar gibi birçok olay para kazandıktan sonra Curry'nin başına geldi.

Kısacası artık ziyan olmuş birinden bahsediyoruz bundan sonra para kazanması çok zor gözüküyor bu işten, borçları kazandığı parayı aşmak üzere, bu gidişle tüm varlığını aşacak hale gelecek..

Bu sezon için de kamuoyu beklentileri değişmedi kendisi için, bu hafta ilk kez idmanlarda 3'e 3'lere çıkmaya başlamış olsa da durum pek ümitli gözükmüyor, en kötüsü de iyi oynasa bile devamlılığının olmayacağına herkes inanmış durumda...

8 Kasım 2010 Pazartesi

Krzyzewskiville


Okunuşu şöyle: Şırişefskivil.... Anlaşıldığı üzere, Duke ve ABD Milli Takımı antrenörü Mike Krzyzewski'nin isminden geliyor. ABD'de Kolej Basketbolunun ne manyak birşey olduğunu blogla falan tarif etmenin imkanı yok, gidip gözle görülmeden inanılmayacak şeyler var. Onlardan bir tanesi de bu; Krzyzewskiville...

Efendim Duke Üniversitesi'nin basketbol çılgını öğrencilerinin okulun önemli bir maçından önce salonun (Cameron Indoor Stadium) önünde maça girebilmek için kamp yaptıkları alana verilen isimdir. Bu kamp yaklaşık birkaç ay sürer ve özellikle de North Carolina maçları için öğrenciler çadırlarını kurup orada kalmaya başlarlar. Kısaca maça girebilmektir amaçları... Çadırlarda kalma kuralları okulun öğrenci birliği tarafından kati olarak belirlenmiştir, bu çerçevenin dışına çıkılmaz. Bu çadırlarda aylarını geçiren öğrenciler derslerinden geri kalmasınlar diye internet erişimi dahi sağlanmıştır.

Basketbol aşkının rekabetle zirveye ulaştığı mekandır K-Ville.

6 Kasım 2010 Cumartesi

Motion Offense


Önce biraz bilgi...

Motion offense, bizde hareketli hücum da derler, ne menem birşeydir...? İlk antrenörlüğe başlarken Hurşit Baytok ağabeyimiz bahsetmişti, o zamanlar BJK genç takımında bu modeli oturtmaya çalışıyordu kendisi, daha yeni oyunculuktan antrenörlüğe geçenler için (hele bu sistemde oynamadıysanız) hemen anlaması kolay olmayan bir sistem, hakkında yazılan kitaplar da var.. Ondan öncesinde de Türkiye'de ABD'li gard atıcı ve iyi savunma modelinden aynı bir kolej takımı gibi motion oynatmayı amaçlayan Erman Kunter'in Darüşşafakası vardı. Bu cesur hamleyi o zamanlar yapabilecek fazla kimse yoktu, sisteme uygun birkaç oyuncu almışlardı ancak başarı hemen gelmeyince bizde bir değeri olmuyor atılımların veya cesurlukların...

Wikipedia tarihçesinde Hank Iba adındaki Oklahoma State antrenörüyle anılsa da 1920'lerde ortaya çıkmıştır diyor, günümüzün bana kalırsa en modern oyun sistemi için biraz eski bir tarihçe... Söylemesi gereksiz, o zamanki tarz ile şimdiki arasında dağlar kadar fark var...

Wiki'nin konuyla ilgili tanımı da şu; "Motion offenses use player movement, often as a strategy to exploit quickness of the offensive team or to neutralize a size advantage of the defense. Motion offenses are different from continuity offenses in that they follow no fixed repeating pattern." - Yani motion offense oyuncu hareketlerini çoğu zaman oyuncuların çabukluğunu ortaya çıkartmaya çalışarak kullanır veya savunmanın varsa 'size' avantajını etkisizleştirmeye yarar. Motion offense devamlılığı olan hücumlardan farklı olarak tekrar eden bir yapı izlemez.

Bu tanımın ne kadar açıklayıcı olduğu tartışılır farkındayım. Aslıda motion offense şudur; önceden belirlenmiş bir oyun düzeni olmadan oyuncuların devamlı olarak belirli prensipler dahilinde sahada hareket ettiği ve sayı aradığı hücum türüdür. En basitinden basketbolun fundemental hareketlerinin sahada uygulanarak arandığı hücum tarzıdır.

İlginçtir ki en çok uygulanması gereken sistemken şu anda en az uygulanan (cesaret edilememesinin büyük payı var) sistemlerden bir tanesidir. Motion offense Türkiye'de maalesef serbest oyun gibi yanlış anlamlar da kazanmıştır. Motion offense kesinlikle serbest oyun değildir, tanımında bahsettiğimiz prensipleri (cut), perdeleme (screen veya pick), devrilme (roll), pop, slip gibi basketbolun temel ilkeleri üzerinden katı olarak uygular. Bu uygulamada oyuncular önceden belirlenmemiş ancak kendi rolleri üzerinde tanımlanmış şekilde hareket ederler. Prensiplerin uygulanmasında spacing (sahaya yayılım) çok büyük önem arz eder. Bu sistemin en önemli uygulayıcısı olan Bobby Knight özellikle spacing'in önemini vurgular. Motion offense önceden belirlenmeyen hareketlerle kurulu olduğu ve emprovize olarak uygulandığı için rakip savunmayı en iyi okuyan hücum düzenidir. Savunmanın duruşuna göre hücum şekil alır. Denebilir ki birçok hücum sistemi savunmayı okuma prensibini içerisinde bulundurur ancak unutulmamalıdır ki hiçbirisi emprovize mantaliteye bu kadar yakın olmadığı için motion offense kadar okumaya dayalı değildir.

Bu prensiplerden bir tanesi de ball reversal (topu ters tarafa çevirme)'dır. Yardım savunmasının top tarafında kuracağı baskının farkında olan motion offense'ciler yardım tarafının zayıflığından yararlanarak o tarafa topu savunmanın recover'ından daha çabuk çevirerek savunmayı dengesiz yakalamayı amaçlar. Bunu gerçekleştirmek için özellikle top tarafının tersine perdelemeler kullanılıp yardım tarafından çembere cut'lar kullanılır. Perdeleme özellikle toptan uzak yerde efektif kullanılmaya çalışılır, topsuz oyunun tüm detaylarıyla kullanılması olmazsa olmazlardandır. Perdeyi yapan oyuncu mutlaka pop veya roll yapar, sabit durarak bir noktayı kesinlikle meşgul etmez. Toplu oyuncuya perdeleme ise Knight'ın sisteminde sonlarda yer alır bunun nedeni ise bir savunma oyuncusunu daha dolaylı olarak toplu oyuncunun üzerine getirmiş olmaktır. Bizde çok kullanılmayan flare screen, screen slip gibi topsuz oyun hareketleri savunmayı okumayla gelişmiş motion offense meyveleridir.

Zone savunmaya karşı da kullanılabilen bir hücumdur motion. Mesela Duke ekolünde bu hücuma verilen genel isim boşluklar anlamına gelen 'gaps'tir. Zone savunmanın dizilimi ne olursa olsun üzerinde bıraktığı boşlukları avantaja çevirme üzerine kurulu bir düzendir. Oyuncular bu boşluklara atak ederek savunmayı delmenin yollarını ararlar.

Sadece antrenörün değil oyuncuların da basketbol IQ'sunun üst düzeyde olması lazım etkili motion offense için. Evet, kolay bir sistemden bahsetmiyoruz...

Yazılacak ve okunacak çok kitap, izleyecek çok video var konuyla ilgili... Bu sistemde çalışma şansı bulan birisi olarak kendimi şanslı sayıyorum. Yeri geldikçe motion'dan bahsederim...

Intro


Düşünmeden yazabilmek, sabah uykuluyken en kolayı ve güzeli, daha kahvaltı da etmeden aklına gelenleri sırala dur, bunu yapan yazarlar var mıdır acaba??? Önceki yazı deneyimlerimde bana çok şey kazandıran 'mood' - yeni uyanmış halde yazmak...

Yazabilmek için çok okumak yetmez, çok çok okumuş olmak lazımdır derler, ben o seviyeye hiçbir zaman gelemeyeceğim, bu sebeple haketmeden yazanlardanım... haketmiyoırum çünkü düşündüklerimi iyi aktardığım kanısında değilim, başta ilginç olup sonradan sıradanlaşmamak olanaksız sanırım, daha en baştan bunun farkında olmak da depresifliğe sürüklüyor..

En çok sevdiğim şey aynı zamanda mesleğim basketbol, inanması zor ancak en çok da bundan anladığımı düşünüyorum.. bununla ilgili karalayacağım bişeyler - periyodik olması da güzel olur aslında...

Yemek yapmayı sevsem de yemek sosuyla ilgili bir isim koymak istemedim, çok başarılıların yanında taklitler fena sırıtıyor...